Cenk Taner: Dipten ve Derinden…

0
229

Bilen bilir, bilmeyene de kısaca açıklayacak olursak; Türkçe rock müziğin temel yapı taşlarından olan Cenk Taner, grubu Kesmeşeker ile olan hikayesini anlatacak bize. Sözün gücünü kanıtlayan birer delil Cenk Taner’in her yazdığı şarkı. “Kent Ozanı” ya da “Kaptan” ona yakıştırılan ünvanlar. Bir devrin başlangıcını hem müziğiyle hem yazdıklarıyla yaptı. Her şeyin ötesinde kadim bir Kadıköy insanı. “Dipten ve Derinden” başlayan hikâyesini yüzeye çıkarmadan bugüne kadar getirdi. 
Cenk ile elbette onun mekanı olan Kadıköy’de buluştuk. İlk sorumu sormak için tereddütle yüzüne baktım, gözümden anlamış olmalı ki “O soruyu sorayım mı?” dediğimde gülerek “sorma” dedi ve bu keyifli sohbet başladı.
Röportaj: Bilge Kocaefe

Bilge Kocaefe: İsmin kaynağı belli değil mi? Kimden çıktığını merak ediyorum sadece, kimin yaratıcılığıydı Kesmeşeker ismi?
Cenk Taner: O da belirsiz anlık bir şeydi. O senelerde aslanlar, kaplanlar gibi isimler modaydı Buna alternatif bir Kesmeşeker neden olmasın dedik, kendiliğinden oldu. Çeşitli efsaneler var tabii.
Bilge Kocaefe: Efsanelerden birini anlatır mısın? Çok merak ettim.
Cenk Taner: Çay mı içiyorduk, provada oradaki şekerden mi çıktı ya da davulcu arkadaşımız şarkı kesilince kesme be şekerim mi dedi; buradan çıktığı da söyleniyor ama Kesmeşeker olarak kaldı.
Bilge Kocaefe: Grup elemanları değişken, değil mi? Temelde kaç kişisiniz?
Cenk Taner: 4 kişiyiz ama eleman değişimimiz çok oldu.
Bilge Kocaefe: Kesmeşeker eşittir Cenk Taner. Tek adam grubu diyebilir miyiz? Bir proje diyebilir miyiz Kesmeşeker’e?
Cenk Taner: Yani ülke koşulları içinde böyle oldu aslında. Başlangıçta proje değildi. Gönül ister ki 4 kişi aynı kadro çıksın yıllarca çalsın ama memleketin şartları bellidir, onun için eleman değişimi çok oldu bizde de. Ama şarkıları yazan ve söyleyen ben olduğum için solist değiştirmedik, bu yüzden tek adam olarak kaldı. Yıllar içinde ben solo albümler de yaptım. Ama bizim dinleyicimiz Cenk Taner ya da Kesmeşeker olarak ayırt etmiyor. Bir bütünlük sağlayabildik.
Bilge Kocaefe: Peki bu değişen elemanların olumsuz bir etkisi oluyor mu ya da olumlu yönde bir şeyler katıyor mu müziğine? Uyumsuzluk olmuyor mu hiç?
Cenk Taner: Benim görevim işe sürekli pozitif yanından bakmak olduğu için öyle bakıyorum bu değişkenliğe. Bir dinamizm sağlıyor tabii. Tekrara düşmüyorsun, her gelen kendi enerjisiyle geliyor ama onun da bir süresi var elbette, 3-4 yıllık bir uyum süreci. Zaten 4 kişilik bir grup 10 yıldan fazla çalmamalı bence. Daha sonra solo albüm yapsın, başka gruplar kursun. Grup insanı yorar bir noktadan sonra. Grup demek halkla ilişkiler demek. İnsanlarla ilgilenmek yorucu. Sadece müzik yapmanın dışında bir evlilik gibi oluyor. Tura gidersin, otelde aynı kişilerlesin. Kiminin derdi olur ilgilenirsin. Herkesi sürekli pozitif tutmak durumundasın. Bu da bazen insanı yoruyor ve tatile çıkmak istiyorsun. Solo albümler de tatil benim için.
Bilge Kocaefe: Kemikleşmiş bir dinleyici var, Türkçe rock müziğinin demirbaşlarındansın, birçok müzisyene de kılavuz oldun ama yeni nesil için ya da yeni keşfetmiş olanlar için müziğe nasıl başladığını kısaca anlatır mısın?
Cenk Taner: Lisede başladım. İşte bir gitar alıyorsun. Aldırıyorsun daha doğrusu. Bazı şeylerden vazgeçiyorsun, bir şekilde başlıyorsun ve o yola giriyorsun. Dinlediğin insanlar çok önemli tabii burada.
Bilge Kocaefe: Kimleri dinlersin?
Cenk Taner: Dinlerdim diyeyim. Türkçe müzik yapan, kendi bestesini yapan, sözünü yazan isimler hep arşivimde vardı; 70’lerde bu işi yapan abiler ki birçoğuyla da tanıştık, yollarımız kesişti. Beatles’lar falan derken binlerce şey dinliyorsun ve bu sende bir birikim yapıyor. Kimse sıfırdan bir şey yapmıyor. Sen imbikten süzüyorsun, yeni bir forma getiriyorsun, yeni şarkılar yapıyorsun. Etkileşim çok oluyor. Sadece müzikten değil, bu bir kitaptan da olur sinemadan da çok beslenirsin. Her şey seni besler.
Bilge Kocaefe: Bir besteci resim de yapabilir, müziğine katkıdır ya da bir yazar müzikle beslenebilir. Senin bir de yazarlığın var. Peki müziğin mi yazdıklarına yoksa yazdıkların mı müziğine besin kaynağı oluyor?
Cenk Taner: O karmaşık bir süreç, bilinçaltı bir süreç. Net olarak bir cevap vermek zor. Bazen önce müziği yapar sonra söz yazarsın. Bazen önce sözü yazar müziği yaparsın ama biz söz ağırlıklı bir grubuz. Doğrusu söz birikimi çok fazla oluyor bazen, ben de onları kitaba çeviriyorum.
Bilge Kocaefe: Kent ozanı diye de güzel bir tabir var senin için.
Cenk Taner: Derler evet. Böyle yakıştırmalar doğru mu, yanlış mı; iyi mi, kötü mü bilemem ama öyle diyorlar öyle kaldı; desinler. Kent ozanı derler, kaptan derler.
Bilge Kocaefe: Şarkıları yazdığın süreç nasıl bir süreç? Düzenli bir çalışma sistemin var mı? Beste yapacağım, söz yazacağım diye oturup kapanıyor musun ya da anlık bir şey mi?
Cenk Taner: Değişkendir. Bazen aklına bir söz takılır eve gidene kadar kafanda döner durur, gitarı alırsın 15 dakikada yaparsın. Bazen çok uğraşırsın epey zamanını alır. Ama yanımda sürekli bir not defterim oluyor. Sokaktan geçen birinden duyduğun bir sözü not alırsın ve o söz yazacaklarını tetikler. O süreç belirsiz. Rüyanda da görüyorsun uyanayım diyorsun, uyanırsan şanslısın.
Bilge Kocaefe: Uyandırabiliyor musun kendini?
Cenk Taner: Uykuyu da severim aslında ama rüyamda görüp not aldıklarımdan kitaba da koydum, şarkı sözü de yazdım. Güzel şeyler çıkıyor. Mesela “Ne zaman gitti tren? Öylesizliğin daha güzelmiş öylece.” sözünü rüyamda görmüştüm. Hemen uyandırdım kendimi not aldım, sonra uyumaya devam ettim.
Bilge Kocaefe: Ne olursa olsun bir şeye isim koymak çok zordur. Şarkılarına isim koyarken şarkının içinden bir sözü mü seçiyorsun, şarkıda anlatmak istediğin şeyi çağrıştıran bir isim mi koyuyorsun?
Cenk Taner: Şarkıya, albüme ya da bir kitaba isim koymak çocuğa isim koymak gibi bir şey. Mesela John Lennon önce şarkının ismini koyarmış. İsim önemlidir, insanı çekebilir ya da itici gelebilir. Elbette sadece dikkat çekici olması yönünde bir çaba olmamalı, şarkıyı tanımlayacak bir şey olması lazım. Ben şarkıyı yazdıktan sonra koyarım ismini. En zor kısmı odur, çünkü bir isim vereceksin ve o artık öyle kalacak. Yüzlerce aşk şarkısı vardır, sadece aşk dersen de olur ama farklı bir yönden almak lazım. “Herşey Sermaye İçin Sevgilim” mesela. O da bir aşk şarkısı ama farklı yönden anlatıyor aşkı. İster istemez ilgi çekici oluyor.
Bilge Kocaefe: Ben de tam o şarkıya gelecektim. En sevdiğim bölümlerinden biri “bu dünyada aşıklardan çok acıkanlar var, yanımda yaşama sevinçli sandviçler var” diyerek bir aşk şarkısında bile toplumsal sorunlara değiniyorsun. Özellikle yaptığın bir şey değil, kafana taktığın dert ettiğin konular bunlar zaten sanırım.
Cenk Taner: Binlerce şarkı yazılıyor, bunların 95% i klişedir. İnsanların alışık olduğu klişe metinler, nakaratlar var. Bunların dışında bir şeyler yapmak gerekiyor. Bizim hep öyle oldu. Eskilerde dinlediğimiz insanlar da kuvvetli söz yazarlarıydı. Hem o gelenekten geliyorsun hem de yeni şeyler söylemek lazım. Klişeleşmiş kalıplara girmenin anlamı yok çünkü bu iş biraz meydan okumaktır. Yapılan her şarkı, her şiir, her resim genel zevke bir meydan okumaktır. Kabul edilmiş bir zevk anlayışı vardır, ona meydan okursun aslında. O meydan okumaya tamam diyenler zaten senin dinleyicin olur ki zaten onlar da özel hayatlarında öyledirler; belirli bir şeyi kabul etmezler arayıp bulurlar.  Televizyonda reklamlarda bombardıman şeklinde sunulan popüler kültür dışında başka şeyler arayan insanlar zaten senin dinleyicin oluyor. Yapanla dinleyen, yazarla okuyanın özlemi hep aynıdır aslında, öz aynıdır. Dolayısıyla Cenk Taner ya da Kesmeşeker dinleyicisinden biri gelip şuraya otursa saatlerce muhabbet ederiz. Beni hiç şaşırtan, “Bu adam bizi niye dinliyor?” dediğim olmadı.
Bilge Kocaefe: Dinleyici kitlenden memnunsun, onlarla arkadaş olabiliyorsun. Rock müzisyeni deyince asi, sert bir insan canlanır kafalarda. Sen öyle değilsin. Sakin ve sıcaksın, mesafe koymuyorsun dinleyenlerinle arana. Kendini ayrı tutmak, ulaşılmaz hissettirmek daha mı değerleri hissettirir insana kendini? Sanatçı ile takip edenleri arasında kalın bir duvar mı olmalı da bunu yapıyor çoğu sanatçı?
Cenk Taner: Bir kere işin gerçeğini kabul etmek lazım. Biz karşılıklı var oluyoruz dinleyiciyle. Ben onlar beni dinlediği için buradayım, onlar da şarkı yaptığım için beni dinliyor.  Karşılıklı bir ilişkimiz var aslında. Kime üstünlük taslayacaksın? Bunlar sahtekar tavırlar, biraz da sistemin dayattığı tavırlar aslında. Kadıköy’de yolda yürürken durdurup sorarlar “Konser ne zaman?”, “Şu şarkı niye böyle oldu?” diye; cevaplayacaksın çünkü bir arkadaşlık ilişkisi var. Mesela 1 milyon dolar gibi paralar kazansan…
Bilge Kocaefe: Bozulur muydun o zaman? Para insanı bozar mı?
Cenk Taner: (güler) Eee.. Valla o insanın karakteriyle alakalı bir durum. Beni bozar mı? Bozulmam galiba. Bozabilir de bozmayabilir de ama sanki bir mesafe koyar. Paranın getirdiği rahatlık olabilir, insanın yürüyüşü bile değişebilir. Ama yetecek kadarı iyidir, fazlası zarar.
Bilge Kocaefe: Müzisyenliğin manevi tatmini büyük elbette. Peki maddi olarak da tatmin ediyor mu seni?
Cenk Taner: Ediyor tabii. Bu yolda çok bedel ödendi daha gençken. Bir sürü zorlukları oldu maddi manevi; kolay işler değil. Bu ülkede soyut işlerle uğraşmak, bir de onu kendini yaşatacak hale getirmek kolay değil ve 20 seneni alıyor.
Bilge Kocaefe: Herhangi bir alanda sevdiğin şeyi yapmak ve bu yoldan refaha ulaşmak zorlu bir yolculuğu gerektiriyor demek?
Cenk Taner: Kesinlikle. Müzisyenler bir nebze de olsa şanslı. Sahneye çıkıyorsun, birebir reaksiyona geçiyorsun, iletişim halindesin. Ama bir şairin bir yazarın bir ressamın işi daha zor. Aslında sanatla uğraşmak dünya genelinde zordur.
Bilge Kocaefe: Başka bir ülkede müzisyen olsaydın farklı mı olurdu piyasanın içindeki yerin? Ya da yaptığın işler?
Cenk Taner: Başka ülke deyince insanların aklına hep Amerika’da olsaydım, İngiltere’de olsaydım ile başlayan hayaller gelir ama daha doğuda da doğabilirdim, Afrika’da da doğabilirdim. İnsanın elinde olmayan bir şey.
Bilge Kocaefe: Coğrafya insanın kaderini belirliyor diyebiliriz.
Cenk Taner: Tabii. En belirleyici faktörlerden biri. Coğrafya, ülke, ülkenin ekonomik yapısı, konuşulan dil; her şey birebir etkili oluyor. Mesela İngilizce en popüler dil. İngilizce şarkılar yapsan farklı bir şey olabilir belki ama sonuçta İngilizce benim anadilim değil, Türkçe yazıyorum.
Bilge Kocaefe: Yapanlar var, nasıl bakıyosun bu tip işlere?
Cenk Taner: Tabii o herkesin kendi seçimi. Genelde şöyle bir anlayış var, “İngilizce yapalım Avrupa’ya da açılalım” ama sonuçta Avrupalı değilsin, o dili bir Avrupalı gibi kullanamazsın. Mesela bakkala gidip “abicim bir ekmek” dersin, odur senin kullanacağın lisan kendi ülkende. Öyle bir sevda var nedense; yabancı piyasaya açılayım sevdası. Kendini kabullendirme isteği, bir hırs var. Gereksiz bence. Bu coğrafyadaysan bu coğrafyanın gerçeklerini kabul edip ona göre işler yapmakta yarar var. “Bir bira” diyorsun mesela “one bear” dersen olur mu? Teksaslı değiliz sonuçta. Havada kalır o. Buralılık diye bir kavram var ve önemli bir kavram. Mesela biz Kadıköy ile çok özdeşleşmişiz. Kesmeşeker dendiğinde bir coğrafyayı çağrıştırıyorsun. Kadıköy müzikleri yapmıyoruz ama bu şanstır; senin ismin bir şey çağrıştırıyor.
Bilge Kocaefe: Kadıköy sound’u diye bir şey var ve bu Kesmeşeker ile ortaya çıkmış bir kavram. Nasıl tarif edebilirsin bunu?
Cenk Taner: Aslında o insanların yakıştırdığı bir şey. Biz Kadıköy sound yaptık diye çıkmadık ortaya, o iddialı olur. Kadıköy’deki insanların yaşam tarzı havası suyu diyebilirim. Bizim şarkılarımızda çok geçer çünkü burada büyüdük, burada yaşadık. Bunun sonucunda şarkılarımıza da girdi ve bir Kadıköy havası oldu tabii. Burası mikro bir organizma, Bayburt’taki insan da aynı şeyi yazıyor; daha başka bir yerdeki insan da. Aşk aşktır mesela. Bunun ili ilçesi olmaz, ülkesi olmaz. Ama tabii burası çok özgür bir yer, rahattır Kadıköy. İnsanları çeken bir özelliği de var ama özünde insanlar aynı şeyi yaşıyor yaşadığı yerin de yaptıklarında etkisi olmasına rağmen.
Bilge Kocaefe: Yaşadığın yeri seviyorsun, müziğine yaşadığın yerden de bir şeyler katıyorsun. Memnunsun değil mi böyle bir şey yarattığına ya da böyle bir şey ortaya çıkmasına, sana yakıştırılmasına?
Cenk Taner: Tabii. Bu doğal olarak kendiliğinden oluştu. Bunu sağlamak için bir çaba sarfetmedik ki zaten istemekle olacak bir şey de değil. Bu, yılların samimiyeti. Biraz da gizlidir Kesmeşeker; klibi yoktur, televizyona fazla çıkmaz, sponsor almayız, reklama çıkmayız. Bundan sonra çıkar mısın dersen, bilmiyorum. (güler)
Bilge Kocaefe: Peki reklama, televizyona çıkmamak tercih ettiğiniz bir durum mu, bilinçli yapılmış bir şey mi? Çünkü o noktadan sonra işin rengi değişiyor, popülarite artıyor.
Cenk Taner: Bilinçli tabii.  İlk işe başlarken ufak bir hırs oluyor, cebinde bazı hırsların oluyor. Bunları zaman içinde yolda giderken teker teker atıyorsun, simit gibi martılara atıyorsun egoları onlar yiyor gidiyor; sonuçta egosuz olarak bu yaşlara geliyorsun. Bir arkadaş demişti güzel tanımlama olmuştu: “popüler olmayı kendime yediremedim” demişti, Kesmeşeker’de de böyle bir hal var. Bir de zaten hangi kanala, hangi programa çıkabiliriz ki? Çoğunun görüşü bize uymuyor. Gidip göstermelik şarkı mı çalacağız? Ne gereği var? Daha çok insana mı ulaşacağız? Ne gereği var? Bizdekiler bize yetiyor. Zaten dinleyicilerde de “aman bunlar popüler mi oluyor” diye bir korku vardır. “Metin Kurt Yalnızlığı”ından sonra, Gezi döneminde sözlerimiz duvarlara yazıldığında yine öyle bir korku oldu. Ben de dedim ki 20 senedir aynıyız, şimdi mi olacağız. Duruşumuz ortada
Bilge Kocaefe: Peki sen korktun mu popüler olacağız diye? Gezi’de her yerde gördüğümüz “her şey sermaye için sevgilim” sözü bu kadar yayılınca.
Cenk Taner: Yok korkmadım. Popüler olacaksak öyle popüler olalım. İlk albümün ismi de Dipten ve Derinden’di, grubun kaderi de öyle oldu; dipten ve derinden. Bilen bildi bilmeyen bilmedi. Bilmeyen ne bilsin bizi bilenlere selam olsun durumu oldu her zaman. Bir popülerlik kaygısı olmadı hiçbir zaman.
Bilge Kocaefe: Bu işe başladdığından bu yana seni örnek alan birçok grup türedi. Kesmeşeker’in çizgisiden gidebildiler mi yoksa başka yollara mı saptılar?
Cenk Taner: Bu bayrak teslimi gibidir, nasıl bizden önceki jenarasyon bize teslim ettiyse biz de gelene teslim ediyoruz. Yeni genç gruplar var ilginç isimleri olan, öyle bir moda çıktı mesela. Güzel sözler yazıyorlar gençler. Ben öyle nostaljik bir adam değilimdir, “Bizim kuşak ne acayipti! Ah, o 90’lar ne güzeldi.” diyecek biri değilim. İnsanlar giydirmeni beklerler gençlere.
Bilge Kocaefe: Tuzak soruydu ama tutmadı.
Cenk Taner: Yok, hiç öyle bir şey yok. Gençler de güzel işler yapıyorlar, başarılılar. Daha da yapılacak. Bu böyledir. Her kuşak kendi tarzını yaratır.
Bilgi Kocaefe: 80’ler çocuğusun, ben de öyleyim.
Cenk Taner: Öyleyiz, maalesef öyleyiz mi diyelim, ne diyelim bilemedim.
BK: Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Artıları eksileri neler?
Cenk Taner: Bizim kuşağa kayıp kuşak dense yeridir; 12 Eylül darbesinde 10’lu yaşlarda olanlar. Sonra gri-siyah yıllar başladı. Sonra da başdöndürücü bir gelişme oldu. Mesela sen şu an telefonla kayıt yapıyorsun, şarkı bile yapılabilir bu teknoloji ile. Biz jeton dönemi çocuklarıyız. Telefon yok ancak bir tane bağlanır. Tek kanal televizyon. Yokluklar çağından gelen bir kuşak aslında.
Bilge Kocaefe: Bu yokluk yaratıcılığı körüklüyor mu?
Cenk Taner: Aslında ne kadar çok imkan varsa yaratıcılık da o kadar köreliyor. Şu an Twitter olsun Facebook olsun önünde hızla akıp giden sonsuz bilgi var. Hiçbir şeye ilgi uzun süreli olmuyor, çabuk tüketiliyor. Önceden bir plak gelince alırdık, bütün mahalle toplanıp bütün plağı baştan sona dinlerdik. Hızlı tüketemezdik ki seçenek az çünkü. Daha kıymetli bir kuşak tabii. Mesela sevgilinle buluşacaksın, tek jetonun vardır ve babası açar. Ya da sevgilini ekmek gibi bir şansın yok çünkü cep telefonun yok. Karşılıklı bir güven olmak zorunda. Şimdi herşey çok daha hızlı. Kolay gibi görünse de teknolji esareti var. İşte artıları eksileri bunlar. Mesela telefonla albüm kaydı bile yapabilirsin. Aslında ne kadar çok fırsat, o kadar çok imkansızlık demek. Günümüzde her şey çok gibi görünüyor ama imkansızlıklar da var ama tersi de geçerli. O insanın aklına kalmış bir şey.
Bilge Kocaefe: Her şeyin bu kadar sınırsız olması birçok şeyi de değersizleştiriyor ama bu devirde teknolojiden de uzak kalamıyorsun. Senin aran nasıl? Sana faydası oluyor mu?
Cenk Taner: Tabii, kayıt zaten teknolojik bir olay. Bizim çocuklar sosyal medya hesapları açtılar ilgeleniyorlar. Elbette duyurularda, insanlara ulaşma konusunda çok faydası oluyor ama benim teknoloji ile pek aram yoktur. Telefonla nasıl kayıt yapılır desen bilmem, ancak “alo alo”. Primitif bir hayat yapısında gittim ben hep. Ehliyetim falan da yoktur mesela . Böyle de yaşanıyor mu? Yaşanıyor. Ama teknolojiyi çok iyi kullananlara da saygım büyük, uzay gemisini kaldırmak gibi geliyor bana yaptıkları şeyler; Atılgan’ı yönetiyorsun gibi.
Bilge Kocaefe: Sosyal medya ile aran nasıl?
Cenk Taner: Önceden yoktu ama iş için açmamı istediklerinde mecburen açtım ama onu da dikkatli kullanman gerekiyormuş. Bunlar yokken daha gizemliydik ya. Twitter’da bir şey yazarken bin defa düşünüyorsun. Kafa iyiyken yazmamak, telefonu bir kenara atmak “lazım-mış”; bunları öğreniyorsun. Öğretici oluyor, hayat dersi alıyorsun tabii.
Bilge Kocaefe: Ama hayatının bir parçası yapmamak lazım çünkü bağımlılık düzeyine gelebiliyor.
Cenk Taner: Evet, kesinlikle yapmamalı. Gençleri görüyoruz, sürekli yenilenen cep telefonu modellerine karşı koyamıyorlar. Teknoloji sürekli değişiyor ama doğduklarından beri aynı hükümetle yaşıyor bu çocuklar, bu değişmedi. Dolayısıyla siyasi bir gelişme göremedi bu çocuklar ama teknolojide görüyorlar.
Bilge Kocaefe: Senin için benzetmeler var. Mesela Türkiye’nin Mark Knopfler’ı diyorlar. İster miydin İngiltere’nin Cenk Taner’i desinler senin için? Ya da kim için desinler? Neden hep batılılara benzetiliyor doğu sanatçıları?
Cenk Taner: İnsanlar yurtdışından sevdikleri sanatçılarla benzetmeler yapıyorlar tabii. Bu benzetmelerden aklıma gelenleri sayarsam, “Türkiye’nin anlaşılmamış Paul McCartney’si” yazılmıştı bir dergide. Eric Clapton yazdılar, Mark Knopfler yazdılar, Türkiye’nin John Lennon’ı yazdılar. Başka birini de bana benzetseler güzel olur tabii ama kime diyecekler? Yeni bir isim olur ancak. Zaten beni benzettikleri benim sevdiğim dinlediğim eskilerden isimler, dinleyerek büyüdüğüm isimler. Ama işte insanlar zannediyor ki bu işin en iyileri sadece Amerika’da, İngiltere’deler. Halbuki İtalya’da İspanya’da ya da başka ülkelerde de çok iyi müzik yapanlar var. İran’da Irak’da da var, Uzakdoğu’da da var keza. İnsanlar sınırlıyorlar.
Bilge Kocaefe: İlgin var mıdır doğu müziğine?
Cenk Taner: Tabii ben uzakdoğucuyumdur.
Bilge Kocaefe: Anlaştık bak bu konuda, ben de öyleyimdir. Hiç düşündün mü oralardan bir şeyler katmayı müziğine? O yörelerin ezgilerini katmayı, enstrümanlarını kullanmayı? Mesela bir sitar girse aradan?
Cenk Taner: Düşündüm ama vazgeçtim.
Bilge Kocaefe: Neden?
Cenk Taner:  Bir ara saz katayım dedim ama samimi gelmedi bana. Çünkü biz şehir çocuğuyuz, turistik bi duruma girmek istemem. Müziğime, yaşamadığım görmediğim yerlerden bir şeyler katmak turistik bir öğe gibi durur. Sözlerle enstrümanın uyumu da önemlidir. Mesela Hindistan’a gidip gelsem olur, Hintli bir kıza aşık olsam sitar eklerim. Japonya’dan bir şeyler olur belki orada bir süre yaşasam.
Bilge Kocaefe: Japonya tutkun var ama bu tutkun bile müziğine katmana yetmemiş demek.
Cenk Taner: Çok Japon arkadaşım var, felsefi yönden çok etkileşimimiz oldu. Onlar sayesinde “Japoncu” oldum, “Uzakdoğucu” oldum. Kadıyköy’de Japonya benden sorulur. (güler) Aslında olmaz değil, artık bir ehliyetimiz olmuş. Belki bir etnik albüm de çıkarabiliriz. Belli olmaz. Japon enstrümanları olur belki, koto olur.
Bilge Kocaefe: Gezi döneminde kaydettiğiniz “Yoldan Çıkmış Şarkılar” albümün kayıtlarına daha önce başlamıştınız ama ne kadar da o dönem için yapılmış şarkılar gibi.
Cenk Taner: Kesmeşeker zaten kurulduğundan bu yana gezi ruhu olan bir grup. Şarkılar önceden yazılmıştı ama dediğim gibi kurulduğumuzdan beri anlattıklarımız bunlardı.
Bilge Kocaefe: Albümlerin içinde senin için ayrı bir yeri olan bir albüm var mı?
Cenk Taner: Aslında ayırmak zor. Çocuklarla başladığımızda 20 albüm yapalım diye bir hedef belirlemiştik ama gençlik işte uçmuşuz biraz. İlk albümde azim vardır, naiflik vardır. İkinci albüm asıl geleceği belirler. Genelde “İnsülin” daha etkilidir insanlar üzerinde de, öfkeli bir albümdür. Kayıt teknolojisi olarak farklı olan “Kum” albümü vardır mesela. Solo albümlerin de seveni çok vardır; ben çok ayırt etmem albümleri.
Bilge Kocaefe: Uzun aralar verdiğin zaman rahatsızlık duyuyor musun? Müzik yapmalıyım, albüm çıkarmalıyım diye düşünüyor musun?
Cenk Taner: Bir rahatsızlık duymuyorum ki zaten çalıyoruz o süreçte, sadece kayıt yapmıyoruz. Bazı insanlar der ki “200 şarkım var şu anda, 20 albüm yapabilirim.” Ben de gıptayla bakarım, şaşırırım. Ben hiç öyle çalışmam. Yavaş yavaş birikir, 12 şarkı olur “tamam” dersin. Şarkılar sana bakar sen şarkılara bakarsın, ben oldum der. Sonra gider kaydedersin. 100 şarkı biriktireyim de şu kadar albüm yapayım durumum hiç olmadı.
Bilge Kocaefe: Danışır mısın çevrendekilere yoksa sana göre olduysa olmuş mudur?
Cenk Taner: Hayır, hayır. Bana göre olduysa olmuştur. Bazı insanlar bana kızıyor ama öyle bir şey yok. Zaten şarkı sana ben oldum der. Tereddütün varsa biraz daha çalışman gerekiyor demektir.
Bilge Kocaefe: Renklerle eşleştirecek olsak mesela İnsülin albümün ne renktir?
Cenk Taner: Öfke. Öfkenin rengi nedir ki? Öfke rengi. Kırmızı olabilir. Evet İnsülin kırmızıdır. Sololar için mavi diyebilirim, huzur deryasıdır. Genellikle kırmızı-siyah arası gidip gelir. Sarı da olabilir bazen. Ama genelde saydam bir yapısı var, geçirgen bir yapısı var. Ben anlamadım sen anladın mı?
Bilge Kocaefe: Ben anladım merak etme.
Cenk Taner: Tabii aslında haklısın. Müzik resim yapmak gibi, o resmi görmen lazım. Gözlerini kapatıp dinlerken o resmi görürsün, görsel malzeme sunar sana. Beyin onu otomatik olarak görsel malzemeye çeviriyor. Müzik görseldir.
Bilge Kocaefe: Bir sanatçının normal bir vatandaşa göre daha fazla sorumluluğu mu olmalı topluma karşı?
Cenk Taner: Öyle derler ama onlar biraz işin hikaye kısmı. Neden öyle olsun ki? O biraz batının yarattığı bir şey. Aslında tarihsel bir konu. Sanat ne zaman ortaya çıkmış? Sanat nedir? Kime sanatçı denir? Ekstra bir sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum. Kısıtlayıcı bir durum oluyor böyle fazladan bir sorumluluk yüklediğiniz zaman. Ayinesi iştir kişin lafa bakılmaz. Yapılan işle ilgili, onun dışında özel hayatıyla örnek olması gerektiğini düşünmüyorum. Bir bankada çalışan insanın sorumluluğu neyse benimki de o. Senin yazdığın şey insanları daha çok etkiliyor ama sorumluluğu o kadar.
Bilge Kocaefe: Bir de DJ’lik yapıyorsun. Sadece zevk için mi?
Cenk Taner: Tamamen zevk için çalıyorum. Yıllardır Karga’da çalarım. Güzel oluyor, yüksek volumlü müzikle deşarj oluyorum. Evde yüksek volüm sorunu var tabii. Arkadaşların gelmiş, onlara sevdiğin şarkıları dinletiyormuşsun gibi.
Bilge Kocaefe: Ufukta yeni bir albüm var mı?
Cenk Taner: Var. Şarkılar hazır sayılır. Şu an ince işleriyle uğraşıyoruz.
Bilge Kocaefe: Ne zaman çıkar?
Cenk Taner: İki aya kadar olsa iyi olur. Ama Cenk Taner mi, Kesmeşeker mi bilemiyorum. Bir tane Cenk Taner yapacağız galiba.
Bilge Kocaefe: Peki yakın zamanda seni nerelerde dinleyebilecekler?
Cenk Taner: 5 Martta solo bir konser var. 11 Mart İzmir. 19 Mart Eskişehir. 1 Nisan Kadıköy. 7 Nisan Ankara. Nisan sonunda Akdeniz Üniersitesi’ndeyim.
Bilge Kocaefe: Turnelere gidiyorsun, farklı şehirlerde konserlere çıkıyorsun. Dinleyicisini farklı bulduğun ya da şuradaki kitle bir başkaydı dediğin bir şehir var mı?
Cenk Taner: Değişik yerlerde verdik tabii. Hep derler ki siz Kadıköy’de daha farklı çalıyorsunuz. Kendi mekanımız olunca başka oluyor demek ki. Aslında farklı çalmıyoruz da psikolojik olarak değişik bir algı oluyor. İzmir, Eskişehir, Ankara’da çaldık. Üç yıl üst üste Urfa’ya gittik, oradakilerin ilgisi çok iyiydi çünkü oraya giden yok. Belki bazıları bilerek gelmediler tabii ama sonuçta üç yıl üst üste gidince tanıyıp sevdiler. Ağırlama çok iyiydi, yemekler çok iyiydi. Çok güzel insanlardı. Biraz da biz onu yapmaya çalışıyoruz; çok gidilmeyen yerlerdeki insanlara da ulaşmaya çalışıyoruz. Urfa bizim için çok iyi bir deneyim oldu.
Bilge Kocaefe: Hiç yurtdışı konseri oldu mu? Oralarda çalmak ister misin?
Cenk Taner: Hiç olmadı. Şarkılar gitti, radyolarda çalındı ama turne olmadı. Batı ülkelerine değil de doğuya gitmeyi çok istiyorum. Mesela bir Japonya işi bağlarsak çok güzel olur. Sonra ben Japonya’dan döner miyim bilmiyorum. (güler) Bunun için uğraşıyoruz, bağlantılar kurmaya çalışıyoruz.
Bilge Kocaefe: O zaman sana son bir soru sorayaım . Başka bir dünya mümkün mü?
Cenk Taner: Tabii ütopik olarak mümkün. Mümkündür. Birileri bunun için uğraşmış, mücadele etmiş etmeye de devam ediyor. Bir gün olacaktır mutlaka. İnancı kaybedersek yandık demektir. Çünkü bu kapitalist sistem bir yerde patlayacak, başka bir şeye geçeceğiz.
Bilge Kocaefe: Başka bir evreye geçeceğiz?
Cenk Taner: Evet. O da duygusal bir evren olacak bence. Aslında bu da hayvanların bitkilerin konuştuğu bizim anlamadığımız dil. Öyle bir evrene akacağız ve insan daha mutlu bir hale gelecek. Belki konuşmaya da gerek olmayacak o zaman.
Bilge Kocaefe: Hadi bu son soru olsun. Sanatta devrim olur da, sanatla devrim olur mu?
Cenk Taner: Sanatla devrim olur, devrimin tetikleyicisi olabilir. Ama bunun için sanatçının da kitlenin de belli bir bilinçte olması gerekir ama o bilinç de bu düzende olmaz. Bu sistemde olacak bir şey değil. Yıllar sonra olacaktır bunlar. Biz göremeyeceğiz. Sanat, sanatçı kavramlarının tanımı değişecek. Aslında herkes potansiyel bir sanatçıdır. Maalesef bunu ortaya çıkarmaya izin veren bir sistemin içinde değiliz malum. Eğitimde bile sanat hep alttadır skalada ama bunun tam tersine döneceği zaman gelecektir. Uzun vadede bir şeyler olacak diye umudum var. Sanattan umut kesilmez. Şu şartlarda umutlu olası gelmiyor insanın ama var işte. O “yaşama sevinçli sandviçlerden” yiyeceksin bol bol.
Bilge Kocaefe: Karşımda uzun vadede umutlu olan biri vardı. Çok teşekkürler bu sohbet için. Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı? İnsanlığa bir mesaj vermek ister misin?
Cenk Taner: İnsanlar mesajlar alıyor zaten, ben vermişim vermemişim fark etmez. Benimle polemiğe girmeyin. (güler)